Ana SayfaMagazinEfsane kadın: Jackie Kennedy Onassis

Efsane kadın: Jackie Kennedy Onassis

                
1971 yılının en büyük skandallarından biriydi… Fotoğraflar denizden ya da kayaların arkasına gizlenmiş paparazziler tarafından çekilmişti. Kırklı yaşlarda bir kadın özel bir plajda yürüyor, arka plandaysa küçük bir kulübe göze çarpıyordu. Fotoğraflarda kadın önce önden sonra da arkadan görüntülenmişti. Bu ne bir tatil fotoğrafı ne de bir yaz eğlencesi anısıydı… Tüm dünyada tam anlamıyla bir bomba etkisi yaratan medyatik bir tsunami’ydi… Çünkü adeta 70’lerin özgür ruhuna methiye düzercesine çıplak denize giren bu kadın Jackie Kennedy Onassis’ti. “Bu kareleri yakalamayı başaran kişi gerçek bir fotoğrafçıdır,” yorumunu yapacaktı yıllar sonra Helmut Newton. Ünlü olmak, hazırlıksız yakalanmak ve çıplaklık gibi unsurları içeren ve fotoğrafçının davetsiz bir konuk gibi çektiği bu fotoğraflar büyük bir skandal yarattı. Oysa Jackie asla böyle bir skandalı istememişti; o en özelinde yakalanmış, mahremiyeti bir fotoğraf objektifi tarafından beklenmeyen bir biçimde ihlal edilmişti. Tabloid basının özel hayatı kolayca deşifre ettiği, mahremin hızla kamuya yayıldığı günlerdi… O zamanlar, bazı kaynaklar bunun bir komplo olduğunu ve güzel kadının Yunanlı armatör eşi Aristote Onassis’in gizli çekilen fotoğraflarda parmağı olduğunu öne sürmüştü. Peki, ama neden? Belki çok güzel, çekici ve tüm dünyanın odak noktası olan bir kadından intikam almak, belki evlenerek sihrini bozduğu öne sürülen kadının imajını dünya alemde biraz daha zedelemek için ortak olmuştu bu komploya. Belki de denizden çıkan aşk tanrıçası “Venüs”ü görüntülemek isteyen bir Yunan rüyasıydı onunki…

Gardırobunu Oleg Cassini’ye teslim etmişti…

Bir adada, güneşin ısıttığı kumların üzerinde görüntülenen bu kadın zaten bir efsaneydi. Akdeniz adalarından çok uzakta, Amerikan aristokrasisinin tüm özelliklerine sahip New England Bölgesi ailelerinden birinde Jacqueline Bouvier olarak dünyaya gelmişti. 1947 yılında henüz 18 yaşındayken, bir gazeteci tarafından, “Saksonya porselenlerinin ince ve zarif çizgilerine sahip bir esmer güzeli” olarak tarif edildi. Hikayenin sonrası gerçekten de masalsı… 12 Eylül 1953’te Washington’un en gözde bekarı olan John Fitzgerald Kennedy ile evlenen genç kadın, Akapulko’daki balayından sonra eşiyle beraber Georgetown’a yerleşti. 1961 yılının Ocak ayından John Kennedy’nin trajik ölümüne kadar geçen tam iki yıl, 10 ay ve iki gün boyunca, Jackie Kennedy 20. yüzyılın en çarpıcı, en etkileyici ve en medyatik “First Lady”si olacaktı. Fotojenik güzelliği, ağırbaşlılığı ve gizemli kişiliğiyle adeta hiç film geçmişi olmayan bir sinema oyuncusuna benzeyen genç kadın, gardırobunu ünlü moda tasarımcısı Oleg Cassini’ye teslim etmişti. Tünik elbiseleri, düz kesimli mantoları, dizüstü etekleri, şapkaları ve topuksuz ayakkabılarıyla adeta bir stil ikonu olmuş, zengin ve gelişmiş ülkelerde burjuvaziye mensup kadınlar tarafından örnek alınmaya başlamıştı. Bu dantel işlemeli peri masalı 22 Kasım 1963 yılında Dallas’ta, John Kennedy’nin hâlâ tam olarak aydınlanmamış bir cinayete kurban gitmesiyle son bulacaktı… 

Genç dulun yeniden doğuşu

Tıpkı Euripides trajedilerindeki bir kahraman gibi, “Eşimin kollarımda öldüğünü gördüm, kanı hâlâ üzerimde,” diyen genç dul Washington’dan ayrılıp New York’a gider. Unutmak için seyahatlere çıkar: Papa 6. Paul’e eşlik eder, Sevilla’ya, Gstaad’a kayağa ve Sun Valley’ye (Güneş Vadisi) gider. 60’lı yıllar tüm hızı ve sarsıntılarıyla devam ederken, Jackie Kennedy erkekleri baştan çıkaran ve kadınları kıskandıran genç kız görünümünü tekrar kazanıyordu. Mike Nichols, Marlon Brando, Philip Roth ve Cecil Beaton gibi sanatçılarla yemek yerken görülüyordu. 30’lu yaşlarını süren genç dul artık Etiyopya’nın son imparatoru Hailé Sélassié tarafından hediye edilmiş leopar mantoyu çıkarmış, hüzünlü yüzünün ardından fark edilmeye başlanan bir pop prensesi edasıyla New York’un en şık mekanlarından olan Russion Tea Room’da boy gösteriyordu. 1967’de Robert Kennedy’nin barış mesajını Prens Sihanouk’a iletmek üzere Kamboçya’ya gittiğinde, yanında İngiliz diplomat Lord Harlech vardı. 1968’deyse Yucatan Yarımadası’nda mehtapta piramitleri gezerken, Kennedy yönetiminden eski Savunma Bakanı Genel Sekreteri Roswell Gilpatric ona eşlik ediyordu. Bob Kennedy de tıpkı ağabeyi gibi bir cinayete kurban gittiğinde, kamuoyu onu Amerika’nın Başkan’ı olarak görüyordu. Bu beklenmedik ölümle yıkılan ve tekrar büyük bir üzüntüye gömülen Jackie Kennedy, içinde bulunduğu paranoyanın da etkisiyle bu ülkeden, Kennedy’lerin kaderini değiştiren Amerika’dan korkmaya başlar. Çocuklarının da bu kaderi paylaşabileceğinin bilincindedir artık… 

Şaşırtan evlilik ve bir efsanenin çöküşü

1968 yılında 62 yaşında olan, Midas Kralı’yla Yunan mitolojisindeki Odysseus’un bir tür karışımını hatırlatan, büyük servet sahibi Aristote Onassis, CIA ve KGB tarafından sürekli gözetleniyordu. Yunanistan açıklarındaki Skorpios Adası ile Paris’te Foch Caddesi’ndeki apartman dairesi arasında gidip gelen ünlü armatör emirlerini “Christina” adlı yatından veriyordu. 1963 yılında Jackie Kennedy’nin kız kardeşi Prenses Lee Radziwill’le kısa bir ilişki yaşamıştı. Ayrıca Veronica Lake, Evita Perón, Gloria Swanson ve Maria Callas da onun cazibesinden etkilenen yıldızlar arasındaydılar… Hatta Maria Callas’ın Onassis’in hayatındaki yeri, ilk eşi Athina Livanos’u boşanmaya itmişti. O yıllarda Yunanlı soprano Onassis’e tutkulu bir aşkla bağlıydı. Tarih 20 Ekim 1968’i gösterdiğinde askeri helikopterler, Yunan sahil güvenlik ekipleri ve Onassis’e ait birçok gemi Skorpios Adası’nı kuşatma altına almışlardı. 39 yaşındaki Jackie, Edward Kennedy ve bankacı André Meyer tarafından hazırlanan bir evlilik kontratıyla, hayatını bir petrol deviyle birleştiriyordu. Alexandre ve Christina adlı iki çocuğu olan Ortodoks inançlı Onassis, Katolik bir kadınla evleniyordu. Jackie bu evlilikle, Amerikan Başkanları’nın dul eşlerini kollayan Gizli Servis’in korumasından da çıkmış oluyordu. Üç gün sonra, Aristote Onassis Atina’ya, Jackie Kennedy Onassis de New York’a uçtu. Dünya olanları şaşkınlıkla izlerken, herkes uluslararası bir efsanenin ebedi dulu olarak kabul edilen Jacqueline Kennedy’nin kendinden 23 yaş büyük bir adamla evlenmesini tartışıyordu. Truman Capote, ex “First Lady”yi “Amerikalı geyşa” olarak nitelerken, Coca Chanel daha acımasız davranıyordu: “Vülger bir kadından hayatının sonuna kadar bir ölünün yasını tutması beklenemez.” Yaptığı evlilikle “First Lady” efsanesini sona erdiren Jackie, dul kadınların dünyaca idol kabul edilen eşlerine karşı beslemeleri istenen ebedi sadakat dogmasını da yıkmış oluyordu. 

Skorpios’da bir nüdist

O artık meraklı bakışların, paparazzilerin, objektiflerin ve dedikoduların esiri olmuştu. Bu arada lüksün ve paranın kucağında yaşamaya başlamıştı. Onassis’in Apollo 11 misyonundan dönerken hediye ettiği Krupp pırlantası ve ay şeklindeki kolyeyi taşıyor, Olympic Airways’te prensesler gibi salınıyor, Gucci ve Yves Saint Laurent’de astronomik fiyatlara alışveriş yapıyordu. Beyaz pantolonu, boğazlı siyah kazağı ve oval çerçeveli güneş gözlükleriyle 70’li yılların modasına yön veriyordu. Onun bu vurdumduymaz kişiliği 60’lı yılların özgür ruhuna gönderme yaparken, O aynı zamanda bir “petrodolar stili”ne imza atıyordu. 1971’de Başkan Nixon’a şöyle diyecekti: “Adeta bir rüya aleminde yaşıyor gibiyim…” Paris’teki Maxim restoranına gösterişli giriş çıkışlarını, havalı korumalarını ve büyük skandal yaratan Skorpios Adası’ndaki çıplak fotoğraflarını Boston kesinlikle onaylamıyordu. Fotoğrafların olumsuz etkisi gerçekten de çok büyüktü. Bir onur ikonu, ulvi bir dul, ağırbaşlı bir aristokrat yasaklara meydan okuyan bir nüdist gibi çırılçıplak bir halde kameralara yansıyordu. Üstelik de James Bond filmlerindeki kötü karakterleri hatırlatan bir adamın gönüllü rehinesi olarak…1962 yılında çekilen ve başrolü Sean Connery’nin oynadığı “Doktor No”da Ursula Andress dalgaların arasından bir seks idolü olarak ortaya çıkıyordu. Bu defa Yunan Adası’nda Andress’ın kopyası olarak boy gösteren ama bikini giymeyen bir Jackie vardı; Doktor O.’nun, yani Yunanlı armatör Onassis’in cazibeli tutsağı rolünde…

Kennedy laneti ve Onassis’in ölümü

Bir süre sonra esmeye başlayan sadakatsizlik rüzgarları ilişkilerini gölgelemeye başladı. Onassis’in Maria Callas’la görüştüğü, Jackie O.’nun da Corfu Adası’na Yunanlı genç mimar Alex Hadzimichailis’la beraber gittiği söylentileri yayılıyordu. 1973 yılında oğlunu bir uçak kazasında kaybeden Onassis derin bir bunalıma girdi. 1975 yılındaysa kızı Christina ve Maria Callas’ın yanında son nefesini verdi. Cenazeye katılan resmi dulun başı açık, üstündeyse yünden siyah bir elbise vardı. Christina Onassis için Jackie, Kennedy lanetini kendi ülkelerine taşıyan bir ölüm meleğinden farksızdı. Tüm bu lanete rağmen, Jackie Kennedy hâlâ geçmişini düşünüyordu. 1974 yılında, Frank Sinatra, Ella Fitzgerald ve Count Basie konserinde, kuliste orkestra şefi Peter Duchin’in kulağına eğilerek, “Her şeye baştan başlamak isterdim,” diyecekti buğulu gözlerle… John Kennedy’nin yattığı Arlington Mezarlığı’nda aşk ateşi hâlâ yanıyordu. 

Dingin bir hayat…

Önünde yaşaması gereken 19 yıl daha vardı. Bu yılları sakin bir Amerikalı gibi geçirdi… Martha’s Vineyard Adası’ndaki evi, av partileri, yoga dersleri, psikanalize olan ilgisi ve Park Avenue’deki yemekleri ona huzurlu ve dengeli bir hayat ritmi bahşediyordu. Amerikan televizyon kanalı NBC’nin bir müdürü, “Daily News”te yazan bir gazeteci ve bir yazar-sinemacıyla ilişkiler yaşadı. Hayatının son aşkı, Yahudi asıllı elmas tüccarı Maurice Tempelsman oldu. Jackie Kennedy, hakkında yazılan kitapları ve yapılan filmleri umursamadan, Central Park’ta jogging yapıyor, Caroline Herrera ve Christian Lacroix’dan giyiniyordu. Kendini tamamen anneliğe adamıştı. En büyük korkusu çocukları Caroline ve John’a çok fazla bir şey bırakamamaktı. Ama sahip olduğu 200 milyon dolarlık servet korkularını dindirmeye yetiyordu. Kennedy ailesinin diğer çocukları uyuşturucunun başrolde olduğu kötü bir hayatın içinde debelenirken, Caroline ve John daha düzgün ve dengeli bir hayat sürdürüyorlardı. Haziran 1988’de ilk defa anneanneliği tattı. Önce Viking Yayınevi’nde, daha sonra Michael Jackson’un otobiyografisini ve ilk Arap Nobel Edebiyat Ödül’lü Necip Mahfuz’un çevirilerini yayına hazırladığı Doubleday Yayınevi’nde edebiyat danışmanlığı görevini üstlendi. Farklı karelerden oluşan Jackie Kennedy’nin hayatı başkalarının kitaplarında tükenmeye yüz tutmuştu… İngiliz yazar Stephen Spender ona en çok gurur duyduğu şeyin ne olduğunu sorduğunda, “Hayatımda çok zor anlar yaşadım ama asla delirmedim,” diyecekti… Adeta gizemli bir sessizliğe bürünen kadın onu bekleyen her şeyi dinginlikle karşılamaya hazırdı. 

“Ölmek için çok genç…”

60’lı yıllarda, eşinin yasını tutuğu günlerden bir gün, Jackie Kennedy şöyle demişti: “Katolik Kilise ölümü de içerir.” Mayıs 1994’te bir gece, soyadını taşıdığı adamın 1963’te çıktığı sonsuzluk yolculuğuna katıldı. Yıllar önce eşinin katafalkına akdikenler koymuştu; çocuklarıysa onunkine eğrelti otları serpiştirdi. 23 Haziran 1994’te Senatör Edward Kennedy, New York’taki Saint-Ignace-de-Loyola Kilisesi’nde şu sözleri sarf ediyordu: “1963’te dul olmak için çok gençti, şimdi de ölmek için çok genç…” Bir efsane geride kalanların hafızasında ölümsüz olduğu sürece, yaşanamayanların ya da yaşarken yapılan hataların pek de önemi yok… Arlington Mezarlığı’ndaki ateş hâlâ yanmaya devam ediyor. 

 

INSTAGRAM

SOSYAL MEDYADA BİZ

58,698BeğenenlerBeğen
50,163TakipçilerTakip Et
879TakipçilerTakip Et
6,728TakipçilerTakip Et
1,569AboneAbone Ol

TAROT FALI