Ana SayfaYaşamFerda Kolatan İstanbul Tasarım Bienali`nde

Ferda Kolatan İstanbul Tasarım Bienali`nde

New York`un ünlü mimarlarından Ferda Kolatan İstanbul Tasarım Bienali kapsamında İstanbul`a geldi. Teknoloji ve Moda temalı yeni sergisi Corallines bienal dahilinde İstanbul Modern`de sergilenirken kendisi aynı zamanda 23 Kasım`da saat 16:00`da `Nesneler ve Zanaat – Dijital Çağ için Yeni bir Paradigma` panelinin moderatörlüğünü üstlenecek. Böylesine önemli ve değerli bir mimarın İstanbul`a gelmesini fırsat bilerek kendisiyle çok özel bir röportaj gerçekleştirdik. Mimari, tasarım, son teknolojiler ve İstanbul üzerine bir çok konuda detaylı olarak tüm merak ettiklerimizi öğrendik. Siz de bienali gezmeden ve panele katılmadan önce Kolatan`ı mutlaka yakından tanıyın ve çok ilginç bir şekilde oluşturulan eserlerinin sergilendiği Corralines`i kesinlikle kaçırmayın.

Ferda Kolatan kimdir? Biraz sizi sizden dinleyebilir miyiz? 
Almanya’da doğup büyüdüm ve mimari üzerine diplomamı Aachen’den aldım. Daha sonra 1994 yılında New York Columbia Üniversitesi’ne lisans üstü eğitimim için geldim. 6 yıl boyunca önemli tasarım ofislerinden NYC’de çalıştıktan sonra ortağım Erich Schoenenberger ile birlikte kendi şirketim olan SU11 architecture + design’ı kurduk. 2002 yılından beri Pratt endüstrisinde ve 2004 yılından beri de University of Pennsylvania’da tasarım profesörü olarak ders veriyorum. Aynı zamanda da Columbia University, Cornell University, Washington University ve RPI gibi itibarlı okullarda ders verip, panellere konuşmacı olarak katılıyorum. 

Su11 architecture+design nasıl ortaya çıktı? 
1999 yılında ortağım Erich Schoenenberger ile birlikte Columbia University’deyken su11 architecture+design’I mimari-tasarım araştırma ve uygulama için hayata geçirdik. En başından beri amacımız benzeri görülmemiş fikirleri hayata geçirmekti. Erken hesaplamalı öncülerin parçası olarak, ilgimiz her zaman yazılım, hesaplama ve dijital imalatin generatif kullanımından doğmuş teknikler ve metodolojiler etrafında dönüyordu.

Almanya doğumlu olmanıza rağmen kariyerinize New York/Amerika’da devam ediyorsunuz? New York mimari için sizi daha çok mu tatmin ediyor? Mimari üzerine çalışmalarınızda Avrupa yerine Amerika’yı tercih etmenizin sebebi nedir?
Amerika’ya çok özel ve ilginç bir zamanda öğrenci olarak geldim. 90’ların başı ve ortasında Columbia Universitesi tasarıma generative computational yaklaşımı benimseyen öncü kuruluşlardan biriydi. Başka bir yerde burada sahip olduğumuz aynı araştırmacı kültür yoktu. Gelişen teknolojileri deneyebileceğimiz, disiplinimizi geliştirebileceğimiz yenilikçi ve deneysel bir bakış açısı yoktu. ‘Generative design’ın öncü olduğu bu yıllarda bu alanda ilerlemek isteyenler için New York’da olmak en doğrusuydu. O dönemde hızlıca öğrencilikten öğretmenliğe geçtim. Araştırmacı ruhum beni Amerika’da araştırma yapmaya ve de deneyselliğe yöneltirken böylece öğretim görevlisi kariyerime bağlanmış oldum. Böylesine bir fırsatı başka hiç bir ülkede yakalayamazdım. Bu da bugüne kadar New York’da kalmamı sağladı. 

Çevreye duyarlılığınızın tasarımlarınızda ön plana çıktığını biliyoruz, bu anlamda hangi teknolojileri kullanıyorsunuz ve tasarımlarınıza bunu nasıl yansıtıyorsunuz?
Çok çeşitli dijital teknolojiler kullanıyoruz, animasyon yazılımlarından parametrik ve ızgara modellemeye kadar… Bizim prensibimiz hicbir zaman tek bir yazılımın tasarımlarımızın estetiğini belirlemesine izin vermemek. Bugünün tasarım dünyasında çoğu zaman tek bir tekniğin kullanılmasından doğan tekdüze bir dili konuşan projeler görüyoruz. Bir teknik popüler olunca dunyanın hey yerinde tasarımcılar aynı tekniği kullanmaya başlıyorlar. Biz bu eğilime karşıyız. İyi tasarım için tekniğin önemini kabul ediyoruz ama insanları daha derin ve anlamlı bir düzeyde etkileyebilmesi için tasarımın tekniği aşması gerektiğine inanıyoruz. Biz tasarımda özgün dışavurumlar yakalamaya calışıyoruz, bu da bizi değişik teknikler, yazılımlar ve üretimlerle deneyler yapmaya zorluyor. O yüzden her projemiz için farklı bir yazılım ve teknik “kokteyli” kullanıyoruz.

Genellikle hangi hammaddeler ile çalışmayı tercih ediyorsunuz? Bu maddeleri seçmenizin özel bir sebebi var mı? 
Özellikle kullandığımız belirli bir materyal yok. Özel olarak tasarım fikrimize en iyi uyan maddeyi kullanıyoruz. Karmaşık geometrilerin ortaya çıktığı yeni ve farklı materyaller kullanarak deney yapmayı da çok seviyoruz. 

Kendinizi hangi akımın etkisinde olarak tanımlarsınız?
90`larda Columbia Üniversitesi`nin yüksek lisans programından çıkmış tasarımcılarla baglantılıyım.  Dijital Proje beni çok ilgilendirse de, tasarım/mimari’ye teknolojik bir alan olarak bakmıyorum. Ben tasarımı kültürel bir uğraşı olarak görüyorum ve teknolojik soruların ötesine geçmek ve daha büyük sorulara cevap aramak gerektiğini düşünüyorum. Mimarinin uzun zamandır süregelen geleneğinde uygulama ve madde hep ön plandaydı. Ancak yakın zamanda soyut sorular (işlev, politika, sosyal gündem vs) daha öne çıktı. Tabi ki mimari, işlevsel, politik ve sosyaldir, ama benim için daha ilginç olan sorular maddesel yönleriyle ilgili, yapı, form, doku, renk gibi. Bugünkü teknolojiler bu maddesel konularda bundan önceki varsayımlarımızı sorgulamamizı gerektiren yeni dışa vurumlara izin veriyor.  Bu maddesellik aynı zamanda tasarımda entellektüel ve anatilik anlayış yerine acil ve duygusal bir algıya izin veriyor. Bu benim icin mimariyi diğer bilimsel ve sanatsal alanlardan ayıran nokta ve kendi projelerimin de çıkış noktası. 

Moma için yaptığınız projeden yola çıkarsak; doğayı mimariyle bütünleştirme fikrini nasıl hayata geçiriyorsunuz?
Doğa ve teknoloji aynı madalyonun iki yüzü.  Ben bu iki olgu arasında esaslı bir fark olduğuna inanmıyorum, nitekim bütün teknolojiler doğanin maddesel ve kavramsal ilkelerini dışa vurur. Benim icin daha ilgi cekici olan yapay ve doğal varlıklar arasındaki sınırların giderek nasıl çözüldüğünü gözlemlemek. Bu sadece Chromazon’da degil, diğer projelerimizde de sürekli tekerrur eden bir konu. Bir mimar olarak doğanın çok çeşitli form, yapı, doku ve renk yaratma kapasitesi beni büyülüyor. Dijital teknikler doğrusal olmayan karmaşık formlarla deney yapmamıza izin verdikçe doğa ve teknoloji giderek birbirine yaklaşıyor. Bu iliskilerle oynamak hoşumuza gidiyor ve doğa ve yapılar hakkında önceden kabul edilmiş görüşleri sorgulamamıza yol açıyor. Bu iki şeyin birleşimi bizi ilgilendiriyor ve Chromazon’un da çıkış noktasını oluşturuyor.

İç mekan tasarlarken neleri ön plana çıkartıyorsunuz? İşlevsellik mi yoksa görsellik mi? Hangisi sizin için daha önemli?
Ben iyi bir tasarımın işlevsellik ve estetiği bir araya getiren dizayn olduğuna inanıyorum. Ancak modern doktrinde görselliğin işlevselliği takip ettiğine inanmıyorum. Bunun yerine iç içe geçmiş bir görsellik ve işlevsellik anlayışını doğru buluyorum. Bazen bir fikirle başlarız bunun pragmatik mi, fonksiyonel mi olduğunun çok da büyük bir önemi yoktur. Bu fikir gerçeğe dönüştüğünde ortaya çıkan sonuç hem görsel zevke hitap ediyor hem de işlevselliğinden tatmin oluruz. 

Mimaride artık bir tek düzelik olduğunu düşünüyor musunuz? Yoksa giderek artan bir çeşitlilik mi var?
Her ikisi de. Tasarımda farklılık sınırsız bir fırsattır, ancak küresel ölçekte bir tek-tip yaklaşımdan da beslenildiği yadsınamaz bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Sonuçta yeni teknolojiler tüm tasarımcılara kendilerini daha özgün şekilde ifade etme şansı sunarken, stereotip ve klişelere düşülebiliyor. Dijital proje yılların ötesinde kendine özel ve modernizm gibi evrensel akımların sadece birkaç kuralına uyar. Bu durumun homojen ve sönük projeler yaratma riskine karşı mücadele etmek gerekir. 

Dervişlerden ilham aldığınız Dervish Tower eserinizden de gördüğümüz üzere ilham kaynağınız sadece New York’la sınırlı değil. Tasarımlarınızda nerelerden besleniyorsunuz?
Bizim için ilham birçok farklı kaynaktan gelebilir. Herhangi bir zaman, yer ya da kültüre bağlı değildir. Mesela ben birçok farklı kültür(Amerikan, Alman, Türk) içinde yoğrulmuş biriyim ve bu nedenle insanları birbirinden ayıran farklılıklarla ilgilenmiyorum. Ben tasarımda farklı kültürel fikirlerin birlikte kullanılması konusunda özgürlüğe inanıyorum. ‘The Dervish Tower’ eserim de bunun en güzel örneklerinden biridir. Biz ilk kez İstanbul’da dervişlerin semazen gösterilerine tanık olduk.  Basit bir dönme hareketi ile ulaşılan o trans hali bizi çok etkiledi. Herhangi bir hareketin kıyafet, yavaş gerçekleşen bir hareketle nasıl özel bir gösteriye dönüştüğünü görmek çok etkileyiciydi. Bu özel şov bize geometrik ve güçlü bir görüntü ile parametrik kompleks modelleme yoluyla bir kulenin nasıl geliştirileceği ile ilgili yönlendirdi. 

Türkiye’deki mimari ve mimarlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce Aya Sofya, Topkapı, Dolmabahçe, Selimiye Camii ve Yerebatan Sarnıcı gibi önemli eserlerin olduğu bu ülkede günümüz mimarisi aynı çıtayı koruyabiliyor mu? Sizin de eserlerinizde Türkiye’nin bu geçmişinden ilham aldığınız oluyor mu?
İstanbul’un zengin kültür ve mimari mirası bana her zaman ilham vermiştir. Mesela bu şehri tanımladığını düşündüğüm ‘çeşitlilik’i, ‘bütünlük’ten daha çok projelerimde yansıtmayı tercih ediyorum. Aya Sofya’nın dönüşümünden Barok ve Rococo dönemlerinin daha geleneksel Osmanlı mimarisine yansımasından beri İstanbul her hangi bir katagorilendiremeye meydan verecek kadar zengin örneklerle dolu. Ben her zaman, tek düze ve öngörülebilir sonuçlardan ziyade tarihle çoklu anlamlar ve ilişkiler kuran eserlere değer verdim.  Aynı zamanda çalışmalarimiz tarihsel ve disipliner akrabalıklar konusunda çok bilinçlidir. Biz ilerici ve gelişmiş tasarım felsefesi konusunda kararlı oldugumuz kadar, varolan işler arasinda korelasyonlar araştırıyoruz  ki bu da projemizi daha geniş bir tarihsel tasarım söyleve bağlıyor. Çağdaş tasarım ve İstanbul`un mimari sahnesinin çok küçük bir kısmının istisna olduğunu düşünüyorum. Bir yandan güçlü bir bireysel tasarım çalışma görürken, çok sayıda yeni gelişmenin İstanbul`un konumu ve tarihiyle anlamlı ilişkiden yoksun olduklarını gözlemliyorum. Bir yandan çağdaş tasarımda aleni "tarihselcilik" veya "taklit" `in her türüne karşı çıkarken, yerel bağlama ölçü, tarih ve konum açısından akıllı ilişkiler çizen anlatımları destekliyorum.

İstanbul Tasarım Bienali dahilinde İstanbul Modern`de sergilenen yeni eseriniz Corallines`den de biraz bahsedebilir misiniz? Bu süreç nasıl ilerledi? 
Emre Arolat’in “Musibet” sergisi icin yazdığı açıklamayı okuduktan sonra Bienal için bir proje tasarlamaya karar verdim. Arolat’ın dijital teknolojinin olanak verdiği, ani ve global tanınma uğruna orijinalliğini kaybetmiş, gösteriş mimarisine yaptiği eleştiri ilgimi çekti. Bu fikri paylaşmama rağmen akıllıca yapılmış dijital tasarımın tam tersini, yani çeşitli, özgun, yerel tasarımı yaratabileceğine inanıyorum. Bu düşünce beni “dijital zanaat” kavramına götürdü ve şu soru ortaya çıktı: Zanaatin maddesel incelikleri ve kişisel uzmanlığı ile kompütasyonun daha otomatiklesmeye yonelik mantığını nasıl birleştirebiliriz? Corallines işte bu esas sorunun çevresinde yapılan bir araştırmadır. Benim için diğer bir önemli konsept doğal ve sentetik dünya arasında kaybolmakta olan fark. Biz teknolojik olarak ilerledikçe sınırlar bulanıyor ve doğa ile tasarım/kültür gibi eski kategoriler geçerliliğini kaybediyor. Bu jeneratif komputasyonel tasarımda iyice ortaya çıkıyor, çünkü bu teknik yapıları ve motifleri doğadaki gibi “büyütüyor” ve düzenliyor. Corallines tek bir obje, kısmen yapılmıs, kısmen büyütülmüş ve sınırsız sayıda varyasyona sahip. Onlar geometrilerinde, biçimlerinde, dokularında ve renklerinde son derece sofistikeler ve doğal ve kültürel alanlardaki pek çok ilham kaynakları ile ilişki içindeler.

Özel tasarım veya iç mimari için size ulaşmak isteyenler nasıl iletişime geçebilirler?
Tüm ilgilenenler web sitemiz www.su11.com’dan veya fk@su11.com maili üzerinden iletişime geçebilirler.

*Ferda Kolatan`ın işlerini yakından incelemek için fotogaleriye tıklayınız.

INSTAGRAM

SOSYAL MEDYADA BİZ

58,698BeğenenlerBeğen
50,163TakipçilerTakip Et
879TakipçilerTakip Et
6,728TakipçilerTakip Et
1,569AboneAbone Ol

TAROT FALI