
Lotus Ayakkabısı
(Çin`de 10.yy dan 2009 a kadar kullanıldı)
Kadınların ayaklarını nilüfer yani lotus çiçekleri gibi küçük ve zarif göstermek için sıkıca sarmak, Çin’de çok eskiden beri var olan bir gelenek. Kuzeyde, özellikle Beijing’de giyilen ayakkabılar eğimli ve yüksek topukluydu. 19. ve 20.yy da o zamanın moda başkenti olan Shanghai’de, modaya düşkün kadınlar lotus ayakkabısı gibi yüksek topuklu ayakkabıları tercih ederken, güneyli kadınlar düz ve ipekten olanları tercih ediyordu. Bazen bu düz ayakkabılarının altına metalden veya tahtadan ek koyup ipek ayakkabılarını sokakların kirinden koruyorlardı.
Kadınlar çeyizlerinin bir parçası olarak ve dikiş yeteneklerini gösterebilmek için birkaç çift ayakkabı yapmak zorundalardı. Düğününden sonra da gelin bütün kadın akrabalarına bir çift ayakkabı verirdi. Bu ayakkabıları bölüştürmek ("dividing the shoes") adında bir seremonidir. En son kalan lotus ayakkabısı fabrikası Zhiqiang Shoe Factory’ydi. Fabrika 1991 yılında hala ayaklarını sıkıca sarmak isteyen yaşlı Çinli kadınlar için lotus ayakkabılarını üretmeye başladı. İlk 2 yıl 2000den fazla çift lotus ayakkabısı satıldı. 2009daysa fabrika bu ayakkabıları sadece özel sipariş üzerine üreteceklerini açıkladı.

Bale Çizmesi
(1980`den bugüne kullanılıyor)
Bale çizmeleri yeni bir moda. İlk başta sadece fetiş ayakkabısı olarak tasarlanan bale çizmesi, sonradan özellikle Japonya’da moda oldu. Bu ayakkabı, geleneksel bale ayakkabısıyla ultra yüksek topuğun birleşiminden meydana geliyor.
Bale çizmeleri aslında 1980lerde popülerlik kazanmıştı, şimdide dünya çapında özel mağazalarda ve internette satılıyor. Tahmin ettiğiniz gibi bu çizmeler kesinlikle uzun süreli kullanım için uygun değil, bu nedenle daha çok fetişistler arasında popüler kalmaya devam ediyor.

Tahta gelin ayakkabısı
(Fransa`da 19.yy ın sonunda kullanılıyordu)
Saint Girons şehrinin güneyindeki Bethmale Vadisi’nden çıkan yüksek burunlu gelin ayakkabılarının tarihi 9.yy a kadar uzanıyor. 9.yy da kadınlarını kaçıran Kuzey Afrikalı (Moorish) istilacıları yenen yerel köylüler, zaferlerini kutlamak amacıyla, düşmanlarının kalplerin bu ayakkabıların ucuna geçirmişler. Tek parça olan bu ayakkabılar ceviz ağacının gövdesinden yapılıyor. Köylü adamlar, bu ayakkabılar gelecekte eşleri olacak kadınlar için yapıyorlar. Ayakkabının burnu ne kadar uzun olursa, aşkının da o kadar büyük olduğu anlamına geldiği söyleniyor.

Paduka
(Hindistan’da 1700’lerde kullanıldı)
Seremonisel padukalar, Hindistan’ın en eski ve esas ayakkabılarıdır. Çoğunlukla gümüş, tahta, demir veya fildişinden yapılan padukada, baş parmak ile ikinci parmak arasında bir topuz bulunur. Bunun yanında Spiked Paduka adında mazoşistlerin kullandığı bir paduka çeşidi vardır. Birine acı çektirerek zevk ve cinsel uyarılma yaratmaya dayalı mazoşizmi padukaya uyarlayıp bunu kullananlar arasında Hintli Hindu Sadhu’ları bulunuyordu.

Topuksuz ayakkabı
Geçmişi eskiye dayanmasa da 2007’de Antonio Berardi’nin defilesinde ilk defa ortaya çıkan bu topuksuz ayakkabılar, 2008’de Victoria Beckham sayesinde meşhur oldu. Son derece rahatsız ve yapay görünümüne rağmen, İngiliz İtalyan tasarımcı Berardi’nin söylediğine göre, kesinlikle herhangi bir acıya neden olmuyor. İlk başta göz korkutan ayakkabıları giyen kadınlar da, normal bir ayakkabı giymekten farkı olmadığını söylüyorlar. Ama doktorlar, sürekli kullanımlarının ayakta, dizde ve omurgada kalıcı hasara neden olabileceği yönünde uyarıyor.

Chopin
Şu anda orijinal Chopin’ler çok az müzede bulunuyor. İlk Rönesans Dönemi`nde ortaya çıkan bu ayakkabılar, 17.yy.ın başlarında da birçok İtalyan kadının tercihiydi. Japon Okobo’lar gibi Chopin’ler de sadece giyeni ön plana çıkarmayı amaçlayan son derece pratiklikten uzak ayakkabılardı. Fakat Chopin’ler giyeni 18cm. uzatmakla kalmıyor, aynı zamanda cömert ve zengin de gösteriyordu.
Tahtadan ve ipek veya kadifeden yapılan Chopin’ler o dönem resimlerinde çok nadir görünürler. Bunun nedeni, o dönem kadınlarının her zaman uzun elbiseler giymesidir.

Kayın kabuğundan örgü ayakkabı
20.yy.ın başlarında kadınlar ağaç kabuğundan yapılan ayakkabılar giyiyorlardı. Deriden yapılan ayakkabılara göre daha ucuz olan bu ayakkabılar genellikle kayın ağacı kabuğu kullanılarak yapıldığı gibi, ıhlamur veya lime ağacı da kullanılabiliyordu. Norveç, İsveç ve hatta Rusya bile bu ayakkabıyı kendine uyarlayıp kullandı. Bu ayakkabıların ömrü yaklaşık bir hafta oluyordu.

Kabkab
(Lübnan’da 14.yy.dan 17.yy.a kadar kullanıldı)
Kabkab veya nalın denilen bu ayakkabılar, Orta Doğulu kadınların kendilerini sokakların kir ve çamurundan, ve banyonun ıslaklığından korumaları için pratik bir giyecekti. Zengin aileye mensup olanların kabkabları inci kakmalı oluyordu. Kabkabların kayışları da genelde deri, ipek veya kadifeden yapılıyordu.
Bu ayakkabının adı (kabkab), mermer zeminde yürürken çıkardığı sesten geliyor. Düğün gibi özel gecelerde, kadınlar kabkablarını gümüşten süslerle kaplıyordu. Evlenen kızlar genelde çok genç olduklarından, boyları da kısa oluyordu. Bu nedenle onların kabkabları daha da uzun yapılıyordu. Ayrıca kabkablar sadece kadınlar tarafından giyilirdi, erkekler sadece banyoda kullanırlardı.

Topuklu erkek ayakkabısı
(Avrupa’da 1700’lerde kullanıldı)
1700’lerde üste oturan paltolar ve bacağa yapışan pantolonlar moda olunca, ayakkabı ve çoraplar erkekler için çok önemli olmaya başladı. Şekilli bacakların önemi arttığı için, erkekler bunu vurgulayacak çorap ve ayakkabılar giymeye başladılar. 14. Louis de boyunun kısalığından da kurtulmak için bu ayakkabıları tercih ediyordu. Tabii, kralın yaptığını bütün halk kopyaladı ve bütün erkekler kırmızı çorapla yüksek topuklu ayakkabı giymeye başladı. Daha sonra bu ayakkabılar kurdele, rozet ve tokalarla süslendi.

Okobo
(Japonya’da 18.yy.dan bugüne kullanılıyor)
1970’lerden çok önce Japon geishalar Okobo giyiyorlardı. Bu ayakkabıyı giyme nedenleri sadece moda değil aynı zamanda pratik olmalarıydı da. Okobolar kadınların giydikleri pahalı ve uzun kimonoları yerdeki toz ve çamurdan koruyordu. Tek parça ağaçtan yapılan Okobolar’ın üzerine vernik atılmazdı. Tamamen doğal halleriyle kullanılırdı. Yüksekliği 14cm. olan bu ayakkabıların özel şekli, yürürken kendine has bir ses çıkarmalarını sağlıyordu. Okobonun adı da aynı kabkab gibi yürürken çıkardığı sesten geliyor. Okobonun üzerindeki V şekilli şeridin rengi geishanın statüsüne göre değişiyordu. Geishalığa yeni başlayan bir kadın kırmızı şeritli Okobo giyerken, öğreniminin sonuna gelmiş bir geisha sarı giyerdi.