1 Haziran 1926 yılında Los Angeles Devlet Hastanesi`nde dünyaya merhaba diyen Norma Jeane Mortenson yani bilinen ismiyle Marilyn Monroe , dünyayı kavramaya çalıştığı gün ilerleyen yıllarda efsaneleşeceğini asla tahmin edemezdi.
Sarı saçları, dayanılmaz cazibesi ve kıvrımlı vücut hatlarıyla hepinizin hayal ettiği bir hayatı yaşadığını düşünseniz de aslında Monroe, kendisini parlatan sahne ışıklarının arkasında çok mutsuz bir hayat yaşıyordu. RKO stüdyolarında film editörü annesi zaman zaman sevgili Norma`ya çok iyi davransa da çoğu zaman küçük kızının istediği sevgiyi veremiyor, yerli yersiz sinir krizlerine giriyordu. Gerçek babasının kim olduğunu net bir şekilde öğrenemeyen küçük kız, annesinin şizofren olduğunun ortaya çıkmasıyla daha da zor günler geçirdi. Annesi akıl hastanesine yatırıldıktan sonra hayatını yetimhanede ve çeşitli bakıcı ailelerin yanında geçirdi.
Bu dönemde hayatına giren Ida Bolender`ı hafızanıza iyi kazıyın. Çünkü sevgili İda, Marilyn`nin içindeki ışığı keşfetmiş, O`nu tiyatro oyunlarına, gösterilere götürerek küçük yaşta kendini geliştirmesini sağlamıştır.
Genç kızlığa adım attığı 16 yaşında komşusunun 21 yaşındak oğlu James Doughtery`le evlenen Marilyn, bu evliliğe sadece dört yıl dayanabilmiş ve boşanmanın ardından saçlarını platin rengine boyatarak The Blue Book mankenlik ajansına girmiştir.
Mankenlik ajansına girdikten sonra bir çok dergide yer almaya başlayan Monroe, ancak 1953 yılında oynadığı Niagara filmiyle küçük yaşlardan beri beklediği şöhrete kavuştu. Bu filmin ardından verdiği seksi pozlar basına sızınca skandalın eşiğine gelen Marilyn, bu pozları verdiğini kabul etti ancak bunu aç kalmamak için yaptığını söyleyerek büyük bir skandalı kendisi için başarılı bir reklama çevirerek zekasını da kanıtladı.
"Gentlemen Prefer Blondes" filmiyle bugün bile devem eden " Esmer mi Sarışın mı" tartışmasının fitillerini başlatan seksi sarışın, bu yıllarda eğitim aldığı Actors Studio`da ileride eşi olacak olan Arthur Miller`la tanıştı. "The Prince and the Showgirl" filmini çektikten sonra film bitiminde anne olduğunu öğrenen Monroe, daha annelik sevincini yaşayamadan dış gebelik nedeniyle çocuğunu aldırmak zorunda kaldı.
Billy Wilder`ın yönettiği ve bugüne kadar Monroe`nun en başarılı filmi olarak görülen "Some Like It Hot"ın çekimleri sırasında aynı annesi gibi dengesiz hareketler sergileyen Monroe, sete sürekli geç kalıyor, repliklerini hatırlayamıyor ve zaman zaman çekimlere katılmayı reddediyordu. Tüm bu davranışları çevresinin dikkatini çekiyor ve " Çocuğunu düşürmeyi kaldıramadı" söylemlerinin yayılmasına neden oluyordu.
Bütün bu sorunları katlanarak artarken Monroe, Arthur Miller`ın çektiği "The Misfits" filminde rol aldı. Çekimler sırasında iki sefer yorgunluk ve sinir bozukluğu sebebiyle hastaneye yatırılan güzel oyuncu endişelerin artmasına neden oldu.
Tüm bu dengesizliklerinin yanında mücadele etmeye çalıştığı başka bir dedikodu ise Marilyn Monroe`nun John Kennedy`le büyük aşk yaşadığıydı. Bütün sorunlara rağmen kariyerindeki en popüler dönemi yaşayan Monroe 5 Ağustos 1962 sabahında bütün dünyayı şoka soktu. O sabah Marilyn. Los Angeles`daki evinin yatak odasında henüz 36 yaşındayken hayata veda etti. Ölümünün ardından yapılan otopsi sonucunda ölüm sebebi yüksek dozda Barbitürat alımı sonucu muhtemel intihar olarak ilan edilmesine karşın, olay yerindeki delil yetersizliği, otopside alınan dokuların daha sonradan kaybolması ve başta kahyası Eunice Murray olmak üzere görgü tanıklarının çelişkili ifadeleri sonucu ölüm sebebinin cinayet olduğu ileri sürülse de bu iddia hiçbir zaman kanıtlanamadı.
8 Ağustos 1962 yılında Westwood Village Memorial Park Mezarlığı`nda defnedilen ve hala stili herkese ilham olan Marilyn Monroe`nun sahne ışıkları altında parlayan ama ışıklar söndüğünde daha da karanlıklaşan hayatıyla birlike stilini de yakından görmek için fotogaleriye tıklayın.