London Babe

Eveeet bir tatil daha bitti, hazırsanız Selinberry yollarda maceralarımı paylaşıyorum. Giderken küçük valiz alıcam diye kastım, ne de olsa Londra’ya yaz gezmiş, ince bluzler giyeriz az yer kaplar dedim. Valizde en büyük yer kaplayan şey 10 çift ayakkabıydı, evet biliyorum 10 gün kalmadım ama kızlar ve ayakkabıları işte…tabi bir de ordan alışveriş yapılacağı gerçeğini göz ardı ederek ikinci bir hataya mahal vermiş oldum. Halbuki 2 gün Çeşme’ye giderken bile dev valiz götüren ben nasıl böyle bi yere hem de 4 gün için küçük valiz aldım, bunu hangi kafayla yaptım hatırlamıyorum! Muhtemelen içmeden sarhoşum kafası, aerofobiğim ya…

Neyse, 24 saat öncesinden online check-in yapıldı ki en önde yer kapılsın, sanki uçağın arkası başka yere gidiyor!! Ama yok benim derdim pilotlara, kabin amirine falan yakın olmak, panik halinde oraya koşmak için. Ha bir de mutfağa yakın, alkol rezervi de orda tabi haha! Uçağa binerken ilk iş kabin amirini buldum, derdimi anlattım ve hatta şöyle dedim “ uçuş güvenliğini vallahi tehlikeye atmıyorum, zaten bi ton ilaç içtim, alkol de aldım, birazdan sızıcam, ama sakıncası yoksa pilotlarla bi tanışmak el sıkışmak isterim”, yani bakalım bizi kim uçuruyor, çömez mi yoksa kelli felli güvenilir bi tip mi? Bu aşamayı da başarıyla atlattıktan sonra yerime oturdum ve daha uçağın kapısı kapanmadan uyudum. Yemek falan gelmiş, Zümrüt içkileri üstüme dökmüş, yandaki adam bana laf atmış falan hiç bişey hatırlamıyorum, uçağın kapısı açılınca uyandım. Zaten orda olmuş akşamın 10’u, benim kafa 1 milyon, otele gidip yatarız dedik. Ama yattık mı? Tabii ki hayır!! Birden açılıp kendime gelen ben ve Züzü, jet gibi giyinip Londra gece hayatına İtalyan arkadaşlarımızla hızlı bir giriş yaptık…gittiğimiz mekan kapanmaya karar verince de onlara “hadi biz yol yorgunuyuz zaten” dedik fakat bu sefer de Orta Doğulu arkadaşımızın kaldığı otelin barına gittik. Doğrusu baya başarılı bir kalabalık vardı, buradan tavsiye erdim, Mandarin Oriental Otel barı…
Ertesi sabah uyandığımda nerdeyim ben oldum doğal olarak…Kahvaltı için soluğu aldığımız (gerçi öğlenin 2’si olmuştu, öğle yemeği desek daha doğru) Brinkley’s adlı mekanda ise olan oldu! Tam yemeği yedik ve hesabı ödedik ki, o esnada yanımıza yanaşan Ferrari’den Hugh Grant indi!!! Hiç bu kadar yakışıklı yaşlanan bi adam görmedim!  Tenis şortu ve ayakkabıları, üzerine attığı taşlanmış kapşonlu sweatshirtüyle cool’luktan ölebilirdi, ama bir o kadar da sempatik ve güleryüzlüydü…Tabi Hugh gelince bizim hesap yalan oldu, 5’er kahve falan daha içtik adamla oturabilmek için! Bu arada maalesef bu olayın kanıtı olarak fotoğraf çekemedik, hem heyecandan hem de adamın arabasını polis çekmeye gelince apar topar kalktı, biz de öyle bakakaldık işte ancak…
Diğer maceralarımız arasında Londra’ya giden her Türk gencinin gitmesinin farz olduğu Burberry outlet, bir adet müzikal (ki bunu 5 kız tavandan seyrettik, o nasıl demeyin, son dakika müzikale bilet almaya karar verince ancak sahnenin dürbünle görüldüğü balkonun balkonunda yer bulabiliyorsunuz, neyse ki önceden gördüğüm bir müzikaldi), Portobello pazarı ki burada da üşüyünce üzerime giymek için bir şey almaya niyetlendiğim dükkanın sahibi hem Türk, hem İzmirli hem de Karşıyakalı hemşerim çıkınca bir de indirim yaptı bana (kan çekiyor napalım), zor bulduğumuz ama 5 saat oturduğumuz müthiş piyasa Fransız brasseriesi Aubaine (şiddetle tavsiye ederim),  son 1 ayda verdiğim tüm kilolaları geri aldırmaya değecek Nobu, kahvaltısı parmakları yalatacak cinsten Baker&Spice, guest list’te adımız olan ve fakat doorbitch denen cadının canımızdan bezdirdiği girmesi hayli zor gece klübü Maddox, bizim Lübnanlı sandığımız ama İtalyan-Fransız çıkan Fouad’ın bizi götürdüğü dandik Jewel ve daha nicebarlar, kafeler vs var… Ayrıca Made in İtaly ve Notting Hill’deki şu an adını hatırlayamadığım şahane İtalyan restaurantlar da cabası. Pazar günü de kapanış olarak Covent Garden yaptık, sanırım yaptığımız en turistik şey buydu… (az daha unutuyordum, bendeniz Londra’nın sanat güneşi olarak 5 adet klip çektim, hazırladığım karışık repertuvar detone sesime şahane gitti, mekan otel odası, kostümler pijama ve mikrofon da saç spreyi olunca baya eğlenceli malzemeler çıktı ortaya, şimdi Züzü bunları youtube’a upload etmekle tehdit ediyor beni!!)
Gezinin ufak kaçamağıysa Sinan’la gidilen St. Pancras istasyonundaki öpüşen çift heykelinin altında kahvaltı etmekti, aferin çocuğa çalışmış takdir ettim…Hayatta aklıma gelmez bir yere gitmeyeceksem tren istasyonuna gitmek, buraya en son Paris’ten Eurostar’la Londra’ya geldiğim zaman gelmiştim ve doğal olarak binaya hiç dikkat etmemiştim. Şimdi herkese tavsiye ediyorum, hayatımda gördüğüm hiçbir istasyona benzemiyor, o kadar harika bir mimarisi var ki…İçindeki türlü kafeler, restaurantlar da cabası…
Dönüşü tahmin edebilirsiniz sanırım, valizime sığmayan eşyalar için ayrı bir çanta yapıldı, patlamak üzere can çekişen valizin üstüne oturuldu ve ancak kapatıldı! Ayrıca size iyi bir tüyo daha: alandan otele gelirken  verdiğimiz taksi parasının tam yarısını verdim geri dönerken, meğerse otel bizim adımıza pazarlık yapıyormuş “ alana kaça olur abi??” gibi, gülmekten öldüğüm andır! Sanırım yazımı bitirirken yine aynı ritueli tekrarlamama gerek yok, biliyorsunuz önce ilaç üstüne içki, kabin amiri ve pilot tanışmaca (bu sefer pilot amca kokpite davet etti ama biner binmez sızdığım için bu fırsatı kaçırdım) sonra yerimize oturup uyumaca…Bu satırları size ofis laptopumdan yazıyorum, tatili şimdiden özledim, yine gitsek ya!!!
P.S. Bu yazının karikatürü şahsıma özel olarak bir arkadaşım tarafından bu sabah yapılmıştır, tam da beni anlatmaktadır!

INSTAGRAM

SOSYAL MEDYADA BİZ

58,698BeğenenlerBeğen
50,163TakipçilerTakip Et
879TakipçilerTakip Et
6,728TakipçilerTakip Et
1,569AboneAbone Ol

TAROT FALI