Yorgunuz.
Almaktan, istemekten, vermekten, düşünmekten, bilmekten, anlamaya çalışmaktan, konuşmaktan, koşturmaktan, hayattan. Bir hayli yorgun düşmüş durumdayız.
İnsanın olduğu her yerde de bu mücadelenin devam ettiğini bilip, kendimizi yormaya devam ediyoruz.
Kafamızı gökyüzüne sadece, havanın nasıl olup olmadığına bakmak için kaldırıyoruz. Yanımıza şemsiye almaktan vazgeçiyoruz.
Karşımızdan gelen insanların yüzüne sadece, bize geçerken çarptıkları için bakıyoruz. "Bir ‘afedersin’ bile demiyorlar."
Bizi hayata bağlayan detayları sadece, elimizin altında oldukları zaman görebiliyoruz. Çiçeğin suyunu değiştemediğiniz için evde yaşayan tek canlıyı da öldürüyoruz.
Sonra bir gün internette dolaşırken gördüğümüz bir fotoğrafla gözlerimiz dolmaya başlıyor. Bir filin hortumuna oturup sıkıca sarılmış bir kız çocuğu. Tippi Degre.
İsmi Google’a yazıp arattığımızda hakkındaki haberlerin Haziran’da çıktığını görüyoruz. Bizim ölmekte olduğumuz zamanlar.
Onun, Fransız iki doğa fotoğrafçısının Namibia’da dünyaya getirdikleri ve 10 yaşına kadar vahşi doğada büyüttükleri kızları olduğunu öğreniyoruz. Bizse doğa için ölüyoruz.
“O, hayvanlarla paralel zihindeydi. Hayvanların onunla aynı boyutta ve onlarla arkadaş olduğuna inanıyordu. Bu farklı koşullarda yaşamak için hayal gücünü kullanıyordu,” diyor annesi.
Hayvanlarla büyümenin nasıl bir şey olabileceğini düşünüyoruz sonra. En az insan temasıyla, doğanın tam ortasında, sevginin nasıl bir evrim geçirmiş olabileceğini.
*
Kendi oluşun dışında bir canlıya, koşulsuz ve en naif halinle bir sevgi beslediğini düşün şimdi.
Sevginin en koşulsuz ve naif halini.