Ana SayfaYazarlarSİZDEN OL`MA SİZİ SEVMEK!

SİZDEN OL`MA SİZİ SEVMEK!

Hayatınıza sadece sizin, sizden OL’ma halinize aşık kaç insan girdi? Bu insan veya insanlar tarafından terk edilmeyeceğinizin eminliği içerisinde ve asla yargılanmadan bir ömür boyu bu kişi veya kişilerle ile hiç yaşadınız mı? Cevabınız ‘’evet’’ ise; gerçekten çok şanslı olduğunuzu zaten biliyorsunuzdur ve bunun kendi yansımanız olduğunun farkındalığındasınızdır.
Cevabınız hayır ise; elbette nedenlerini bir çok kez deneyimlerinizin sonucuna göre zaten düşünmüşsünüzdür. Ancak düşüncelerin ol’ma halimize, blokaj yarattığını göz önüne almamız için çok önemli başlıkların altını çizmek istiyorum. Bizler, ol’ma yolculuğumuzda, özümüzün istediği yaşamın içinde olamadığımız zaman deriz ki;
Etrafta adam yok…
Herkes menfaatçi…
Bundan sonra kimseye güvenemem…
Bıktım artık, kimseye hak ettiğinden fazla değer verip, sevmeyeceğim…
Tüm bunlar bizim düşüncelerimizle, yolculuğumuz boyunca kontrollü olma adına kendi kendimize koyduğumuz blokajlarımızdır. Deneyimlerimizin değerini bilmek yerine, korkuttuğumuz için kendimizin saf Ol’ma haline geçmesine izin vermeyiz ve dolayısıyla zihnimiz de; bu düşüncelerle dolaşarak, tamamen mantıksal bir bakış açısı geliştiririz. Sonuç mutsuz , bezgin ve olası potansiyelleri yaşamak yerine yaşamın kıyısında dolanan kısıtlı-limitli varlıklar haline geliriz.
Zihin merkezli yaşadığımızdan ve sürekli hayatla bu türden hesaplaşmalar hallerimizden dolayı dinginleşemiyoruz. Yorgunuz hem de çok yorgunuz. Zihnimizin hayatımızın içinde sadece bir hizmetkar olduğunu ve onun, oyundaki yerinin sadece depo olarak kullanıldığını algılayamamamız yüzünden, bizi onun ötesindeki gerçeği görmekten alıkoyuyor.
Zihin merkezli olmayı değişik bir şekilde tarif edecek olursak; gölgesiyle oynayan birisinin kendini o gölge zannetmesiyle, kendi aslını başka başka durumlarda arayarak oyun içinde oyun kurmacasında, kişiliğinin evrensel ajana dönüşmesidir. Bu yüzden, zihin bilinç durumuna yani kendiliğinden OL’ma haline dönüşmeyi karıştırınca burada kendi aslını unutma başlıyor. Hal böyle olunca saf özümüz-ruhumuz yaratımın akışına eylemsiz kendini açacakken, insan bu akışa, eylemli ve zihin merkezli olarak katılarak sert blokajlar oluşturuyor. Bunun anlamını çok sevdiğim bir taosit bir deyişe yer vererek açıklamak isterim.
‘’ Bilge; çarkın merkezini kendinde gerçekleştiren, harekete katılmadan ortada duran ve hiç değişmeyen dengeye sahip kişidir.’’
Zihinsel Ol’ma halimizden kendiliğinden-sezgisel OL’ma halimize geçmek için dengede kalabilmek çok önemli. Yazımın başında da belirttiğim gibi, yargısız olmanın en büyük armağanı dengeli bir yaşamdır. Kendimizi ve karşımızdakilere yargısız olarak yaklaşabilirsek, kendimizi ve karşımızdakileri koşulsuz sevmeye adım atarız.
Evrensel enerji, koşulsuz sevginin içinde çabasız-hareketsiz bir halde kalmak için, sezgisel bilişi vermiştir. Karşılıklı olarak birbirimize, sezgisel biliş içerisinde, koşulsuz bir sevgi ya da koşulsuz kabullenme ile yaklaşırız ya da yaklaşmayız.
Kendimizi kabullenmemek en büyük zihinsel tuzaktır. Bunun anlamı; zihinsel bir halde kalarak, sezgilerimize kulak asmadan kendi bütündeki kendimize-yaratılmışlara ‘çok meşgulüm şu anda sevgiye ayıracak vaktim yok ama bir ara seni de kendimi de sevebilirim söz!“ demek gibidir. Oysa her parçamız sevilesidir. Her halimiz mükemmeldir.
Ancak kendini kabullenme-sevme halimiz de; kendi özümüzde-ruhumuzda bütündeki tüm yaratılmışlara ‘seni her halinle koşulsuz olarak seviyorum benden ol’ma ben’i seviyorum-senden ol’ma seni seviyorum demek gibidir.
‘İnsanlar önce uçmayı öğrenmeli eğer uçacaksa…’ demiş Richard Bach. Ve de çok güzel söylemiş. Eğer karşıdan bir şey bekliyorsak öncelikle buna duyduğumuz ihtiyacın; kendimizden olma kendimizle bütünleşememiz, beslenememiz sebebi ile dışarıya yöneldiğini anlamamız gerekiyor ki; bu da aslında kabiliyetlerimizin-potansiyellerimizin farkına varamamamız sebebi ile kısır döngüye girmemiz demektir. Bizlere, aynalık yapan karşı taraftan gelmesini istediğimiz tüm beklentiler-istekler, sadece kendimizi keşfetmek için kullandığımız araçlarımızdır.
Beklentinin; aslında bizzat kendimize duyduğumuz sevginin-şefkatin-kabullenişin dışında bir şey olmadığını deneyimlediğimiz zaman, gerçekten kalben huzurda olacağız. Ancak o zaman tüm beklentileri en azından gerçekleşmediği zaman, kişisel travmalara çevirmeden ve de onları olmamalarına rağmen; sevgi ile özgürleştirerek, karşı tarafa olan bağımlılıklarımızı salıverecek ve uçmayı öğreneceğiz. Ol’maya izin vermek sanatına böylelikle adım atmış olacağız. Prensip basit işliyor. Potansiyellerin gelmesine izin verirsen beklenti kendini akışa bırakır. Beklentilerimiz bekleye, bekleye küflenmiştir. Ama beklenmeyene duyulan güven, her an tazedir ve bizden açığa çıkmak için sadece izin vermemizi ister…
Aslında uçmak sadece gökyüzünde midir? Kuşlar, asırlardır yeryüzünde ki bizlere, neyi sembolize ederek anlatmak isterler ? Akışın, berraklığın beklentisizliğinde, korkusuzca uçmanın gövde gösterisini mi yaparlar? Yoksa bizlerin kanat takmayı bırakmamızın üzerinden çok zaman geçti de onu mu hatırlatmak isterler?
Bir meleğin kendini doğurmak ve kendini koşulsuz sevmek- seyretmek adına ve Siz’den Ol’ma Siz’i Sevmek için, o kanatları çıkardığımızı mı hatırlatmak isterler? Kim bilir?

INSTAGRAM

SOSYAL MEDYADA BİZ

58,698BeğenenlerBeğen
50,163TakipçilerTakip Et
879TakipçilerTakip Et
6,728TakipçilerTakip Et
1,569AboneAbone Ol

TAROT FALI