Koyu halkalı parlak mavi gözler. Sivri, şekilli bir burun. Alına düşen fındık kabuğu saçlar. Melankolik bir duruş.
Transilvanyalı bir kontla, veya 1920’lerin Alman Dışavurumcu filmi The Cabinet of Dr. Calligari’deki sessiz uyurgezer Cesare’yle, veya belki 1974’lerin sarhoş Lou Reed’i ile karıştırılabilecek karamsarlıkta, geceye dair bir estetik.
Zayıf bir silüet. Düz bir tişört, belki üzerine bir gömlek. Siyah ‘skinny’ pantolon. Siyah deri ceket.
70’lerin Los Angeles ruhunu her an içinde hisseden bir beden.
Renklerin her birini bir kenrara ayırıp elde kalan siyah ve beyazla çekilen fotoğraflardan yaratılan bir günlük.
Zayıflığı karanlıkla buluşturup, ona arka sokaklardan, kadının ve erkeğin silüetini yeniden tanımlayacak hikayeler yazan çizgiler.
Otantik kumaşlar ve sofistike formlar ile maskülen ve feminen arasında yaratılan paradoks.
Fransız tarihine, özellikle 18. yüzyıla olan tutkusu ile zamanının çoğunu Louvre müzesinde geçiren bir çocuk. 18 yaşına geldiğinde Fransız gece hayatını keşfetmeye başlayan bir adam.
Terzilikten gelen bir aile. Zayıf fiziğine uygun şeyler bulamadığı için gece hayatını aile geleneğinden gelen el işçiliği tasarımlar ile yaşayan bir terzi.
Kendini kıyafetin yanı sıra sanat ve müzikle ilişkilendirerek tam bir daire çizen bir tasarımcı.
Geçmişi 1962’ye dayanan bir moda evinin ismini fütursuzca değiştirerek ona yeni kimlik kazandıran bir kural-dışı.
Fransız modasını siyah Rolls-Royce’unun arka koltuğuna atıp saçlarının rüzgarda dağılmasına izin veren bir centilmen.
Modayı bir son değil, genel yaratıcılıkta bir erişim noktası olarak ele alan bir tavır.
*
Tanıştırayım, modanın zeki ve saygısız çocuğu, Hedi Slimane.